bugün

sevdiği entry'ler

anın görüntüsü

görsel

Bir yazara tavsiye etmem üzerine yeniden karıştırmaya başladım. Kalıtsal aile travmaları husunda nörobilimi ve psikodinamik yaklaşımı birleştirerek atalarımızdan miras aldığımız sorunların psikolojimize etkisinden söz eden ufuk açıcı bir eser. Hakkında detaylı bir entry yazma gücünü bulurum umarım. *

hülle nikahı ve hüllecilik

esasen islamda yeri olmayan, ama kafalarına göre islam dizayn etmeye kalkanların başvurduğu gayriahlaki allah'ı kandırma yöntemi...

dini nikah kıyan eşlerin "boş ol" demek suretiyle birbirini boşamasına talak denir, talak denilen şey islama göre mübahtır.
hatta hz muhammed'in bu konuda "allah'ın en sevmediği mübah talaktır" şeklinde bir hadisi olduğu rivayet edilir.

islamda boşanmak kadın ve erkek için eşit bir haktır, lakin kadın bu hakkını istediği zaman kullanacağını nikah akdi sırasında öne sürmekle yükümlüdür. aksi takdirde kadının talak ile boşanma hakkı bulunmamaktadır.

işte kadının nikah öncesi bu hak iddia etmesi dini nikahlarda genelde gözardı edilir, nikah kıyan kadınlar bu konuda uyarılmaz ve böylece boşanma hakkı elde edemezlerdi. kadının hak iddia etmediği nikah akitlerinde ise boşanma/talak hakkı yalnızca erkeğe ait olurdu.

tabi dini nikahlarda kocasını boşama hakkı elde eden kadınlar da vardı.
bu kadınlar genelde padişah kızları, kardeşleri olurdu, zengin kadınlar nikah akdi esnasında "talak yed-i ihtiyadımda" diyerek boşanma hakkı elde ederlerdi.

osmanlı sarayında kocalarını talak ile boşamış pek çok prenses bulunmaktadır.
bunlardan biri 2. abdülhamid'in kızlarından olan ayşe sultan'dır.
görsel

2. abdülhamid'in kızı ayşe sultan'ın nikah akdi belgesi şudur;
görsel

belgenin altındaki imzalar ayşe sultan'a, kocası mehmet ali bey'e ve şeyhülislam nuri bey'e aittir ve belgede ayşe sultan'a boşanma hakkı veren "talak yed-i ihtiyarımda" ifadesi geçmektedir.

kadınların bu talak hakları bazen onları eşlerinden boşamak isteyen babaları tarafından da kullanılırdı.
örneğin milli mücadeleye katılmak için istanbul'dan kaçan vahdettin'in damadı ismail hakkı tevfik okday, eşi ulviye sultan tarafından bu şekilde boşanmak zorunda kalmıştır.
(bkz: saraydan kaçıp milli mücadeleye katılan damat/#42140928)

islam dininde boşanmanın önüne geçebilmek için bir kadını ancak iki defa boşayıp alma kuralı vardır. aynı kadını 3. defa boşayan kişi bir daha o kadınla evlenemez.
boşadığı karısı ile yeniden evlenebilmesi için o kadının başka biriyle evlenmesi ve bu evliliğinden boşanması yahut kocasının ölüp dul kalması gerekmektedir.
işte ancak bu şekilde koca eski karısıyla yeniden nikahlanabilir.

işte bir kadına kocası "seni talakı selasiye ile boşuyorum, boş ol, boş ol, boş ol" dediğinde o kadınla 3 defa boşanmış ve bir daha nikah kıyamayacak duruma gelmiş olmaktadır ki bu şekilde pek çok boşanma vakası pişmanlıkla sonuçlanmış ama geri dönüşü mümkün olmamıştır.

işte talakı selasiye ile yapılan boşanmalarda pişmanlık dönemi sonrası yeniden evlenebilmek için de hülle nikahı ve bu nikah için tercih edilen insanlardan oluşan hüllecilik mesleği doğmuştur.

hülle nikahı ve hülleciliğin ortaya çıkışı abbasiler'in ünlü hükümdarı harun reşid dönemindedir.

öncelikle onu anlatalım.
harun reşid karısı zübeyde'yi çok severdi, lakin bir gün kızgınlıkla karısına "eğer benim mülkümde bir gece daha geçirirsen talak-ı selase ile boş ol" dedi.

tabi bu söylediğinden pişman oldu, ama söz ağızdan çıkmıştı.
eşi şayet abbasi topraklarında 1 gece daha geçirirse ondan boşanmış olacaktı. zira eşinin ülke sınırlarını 1 gece içinde terk etmesi mümkün değildi.

bu pişmanlıkla bu boşanmadan dönebilmek için bir çare aradılar.
bağdat'ta yaşayan ebu yusuf adlı bir din aliminin bu işe bir çare bulabileceğini söyleyerek onu harun reşid'in huzuruna getirirler.

harun reşid olayı ebu yusuf'a anlatır ve bunun bir çaresi olup olmadığını sorar.
ebu yusuf, "çaresi vardır" der ve anlatır;
"allah, kuran'da mescidlerin kendisine ait olduğunu buyurur, bu yüzden mescidler allah'ın evidir, sizin mülkünüz değildir. zevceniz bir geceyi bir mescidde geçirirse boşanmış olmazsınız..."

çare bulunmuştur.
harun reşid'in eşi bir gecesini camide geçirir ve böylece boşanmaktan kurtulurlar.

lakin böyle durumlar için başka bir çare bulunmalıydı.
her zaman böyle kolay çözülemeyebilirdi bu durum.

işte bu çözüm arayışları neticesinde "hülle" sistemi bulundu.
birisi 3 kez "boş ol" dediği karısıyla yeniden nikahlanmak istediğinde para karşılığında başka bir adamla 1 günlüğüne karısını evlendirecek ve daha sonra o evlenen kişi de kadını "boş ol" diyerek boşanacak ve eski koca tekrar karısı ile evlenebilecekti.
işte bu çare ile para karşılığında günübirlik hülle nikahı kıyan bir meslek ortaya çıktı;
hüllecilik...

ne var ki bu hülle nikahının sakıncaları da vardı.
islamda nikahın geçerli olabilmesi için 3 ay içinde zifaf şartı vardır, aksi takdirde nikah akdi kendiliğinden ortadan kalkar.
yani bu hülle nikahlarının geçerli olabilmesi için hüllecinin kadınla 1 gece yatması gerekiyordu.
bu da doğal olarak pek çok kişiye ağır geliyor ve kabul görmüyordu.
hatta zifaf gecesinde birbirinden hoşlanan hülleci ve hülle nikahı kıyılan kadınlar görülmeye başlamış, bunlar hülle nikahlarından vazgeçmemişler, ayrılmayı reddetmişlerdi. bu şekilde hülle yoluyla kadın alarak boşamayanların sayısı artmaya başlamıştı.

bazen de kadın istemediği halde, hülleci sırf daha fazla para almak için eski kocaya şantaj yapar, boşanmak için anlaşılanın 3-5 misli para isterdi.

bu tip durumların artması üzerine hülleciler, yaşlı ve hatta kör olan erkeklerden seçilmeye başlanmıştı.
böylece hüllecilik mesleği körler arasında yaygınlaşmaya başladı.

osmanlı'da hülleci esnafı diye bir esnaf tarifesi vardı. hatta bunların loncaları dahi mevcuttu.
beyazıt'taki devlet kütüphanesinin yanında sahaflar çarşısına bitişik eski beyazıt külliyesi imareti'nin üst katı bu hülleci esnafının lokaliydi.

hülleciler beyaz elbise, beyaz cübbe giyer, beyaz sarık takar ve burada müşteri(!) beklerlerdi.
görsel

birisi hülle nikahı için başvurduğunda sırası gelen giderdi.

hülleci esnafının bir kethudaları vardı.
bütün hüllecilerin kazancı bu kethudada birikir ve hepsine eşit şekilde pay edilirdi.
hülleci kethudası hülleciler arasında en yaşlı olan kişiden seçilirdi.

hülle nikahı kıyılacak hülleci iş bu şartlar altında buradan araba ile alınır, hülle yapılacak kadınla nikahları kıyılır, gerdeğe girerken de "sadece bir kere aman ha" diye kendisine tembihte bulunulurdu...

hüllecinin yaşlı olmasına dahi güvenmeyen bazı aileler de hülleci gerdeğe girerken kadına el sürmemesi için ekstradan hülleciye para verirdi.
görsel

hüllecilikte nikahın tamamlanması için hülle nikahı kıyılan kadınla gerdeğe girip aynı odada 1 gece kalması ve kadının eline elini bir kere sürmesi yeterliydi. böylece teknik olarak hülle nikahı tamamlanmış, allah da kandırılmış(!) oluyordu.

hülle nikahı bir aldatmacadan ibaret olup islam dininde yeri yoktur.
zira önceden boşanmak maksadıyla yapılan bir başka nikah olan muta nikahı dinen caiz olmayıp hükümsüz ilan edilen bir nikahtır.

buna rağmen hülle nikahı dediğimiz nikah abbasiler döneminden beri yüzyıllarca yapılmış, ülkemizde hülle nikahı ve hüllecilik medeni kanunun kabulunden sonra tamamen ortadan kalkmıştır.

sevgili arkadaşlar.
işte insan tarihini bilir ve okursa günümüzde cumhuriyet rejimi'nin ve cumhuriyet'in özellikle kadınlara verdiği imkan ve hakları daha iyi idrak edebilir.
bunları özellikle islami bir yaşam arzu eden ve şeriat düzeninde yaşamak isteyen kadınlar okursa ve bu kadınlara bu gerçekler okutulup öğretilirse onların da cumhuriyet rejimine ve atatürk devrimlerine bağlı olması sağlanabilir.

hangi kadın bu muameleye tabi olmak ister?
o halde aklın yolu bir değil mi?

#tarih

hiç aşık olmamış birine aşkı anlat

görsel
böyle bir şeydir. çaresizliktir, her şeyden nefret ederken ondan edememektir. ama yine de aşık olun, mümkünse doğru kişiye.

gecenin şiiri

ANLATAMıYORUM

Ağlasam sesimi duyar mısınız, Mısralarımda; Dokunabilir misiniz, Gözyaşlarıma, ellerinizle? Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu bu derde düşmeden önce. Bir yer var, biliyorum; Her şeyi söylemek mümkün; Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; Anlatamıyorum.

orhan veli.

derdini kimseye anlatamamak

anlatamamak değil de anlatmamak. Bazı insanlara her şeyi anlatasın gelir, bazılarına hiçbir şey. Bazıları sen bir şeyler anlatsan diye ilgi ile bekler. Bazıları keşke anlatmasa diye içinden dua eder.
Böyle işte....
Bazıları....
cendereme merhaba deyin.

ezan kemalistler sayesinde özgürce okunuyor

Daha hala "kemalist" nedir, kime denir anlamamış sığırlar var.

kemalist; onurlu insanların sahip olabileceği sıfattır.

"kemalist" kelimesi milli mücadele yıllarında ingiliz işgalcileri tarafından ortaya atılan ve anadolu kurtuluş savaşına katılan, destek veren bireyleri, kuvvayi milliyecileri tanımlamakta kullanılan bir tabirdir.

bunu ingiliz arşivlerinde haritalarında görüyoruz;
görsel

haritada gördüğünüz üzre milli mücadeleye katılan kuvvetler "kemalist influence" olarak gösterilmiş.

neyse, dönelim ezan meselesine.

bakınız bir camide asılan mahya;
görsel

"god save the queen" yazıyor.
burası kıbrıs'ta bir cami.
abdülhamid tarafından ingilizlere verilen kıbrıs'taki camide bu mahya asılıydı.(1950 li yıllar)

işgal yıllarında istanbul'da da durum farklı değildi.

beyoğlu'ndaki hüseyin ağa camii, işgal kuvvetlerinin talebi ile vahdettin tarafından kiraya verilmiş.
camiyi kiralayanlar cami bahçesindeki araziye apartman yapmak istemiş, ama kurtuluş savaşı kazanılınca kira sözleşmesi iptal edilip buna izin verilmemiş, cami ve arazisi atatürk'ün talimatıyla vakıflar müdürlüğüne devredilmiştir.
tamiratın ardından da caminin hemen önüne şu yazı yazılmıştır;
görsel

vahdettin döneminde pek çok camimiz bu şekilde satılmış ya da kiraya verilmiştir.
(bkz: vahdettin in sattığı ya da kiraya verdiği camiler/#35498112)

yani bunları gördükten sonra hala bu vatanda ezanın kemalistler sayesinde özgürce ve düzgünce okunduğunu reddetmek büyük bir akıl tutulmasıdır.

ama sizlere kemalizmi yanlış tanıtan iti de çok iyi biliyoruz.
kendisi ingiliz ajanı bir puşttu.
ateşler içinde yansın.
(bkz: kadir mısıroğlu şeyh nazım kıbrısi mi6 bağlantısı)

sen bugün bu topraklarda özgürce ibadetini yapabiliyorsan, ezanını günde 5 vakit dinleyebiliyorsan bu kemalistlerin sayesindedir.
yat kalk dua et demiyoruz, ama saygı duy, itlik yapma...

pozitif fotoğraflar

görsel

william blake

''Bu dünyada bir insanın mutlu olabileceğini hissediyorum. Ve bu Dünyanın imgelem ve Vizyon Dünyası olduğunu biliyorum. Bu dünyada resmini yaptığım her şeyi görüyorum, ancak herkes aynı şeyi göremez. Cimrinin bakışına göre Altın Para , Güneşten daha güzeldir ve eski bir para kesesinin üzümlerle dolu bir asmadan daha güzel boyutları vardır. Bazılarında sevinç gözyaşları akıtan ağaç diğerleri için sadece yolda duran yeşil bir nesnedir. Bazıları doğayı alay konusu ve biçimsizlik olarak görür ve bunlara göre boyutlarımı düzenlemeyeceğim; ve bazıları Doğayı hiç görmez. Fakat imgelem insanının bakışına göre doğa imgelemin kendisidir. Bir insan neyse onu görür.''

william blake

william blake

'istediğini yap, bu dünya bir romandır ve çelişkilerden meydana gelir.'

'Aşk hatalara karşı daima kördür, daima mutluluklara meyillidir. Kanun tanımaz, kanatlıdır ve tutuklanamaz. Kuralların bütün zincirlerini kırar geçer.'

'Yüzü ışıldamayan, hiç bir zaman yıldız olamaz.'

'Dünyayı bir kum taneciğinde görebilmek.'

'Yaşayan hiçbir şey kendi başına sadece kendisi için yaşamaz.'

sözlerinin sahibi özel ruh.

william blake

"Deneyim, yitirdiğimiz masumiyetimizdir" diyerek gönlümü fetheden büyük insan.

william blake

"ne yaparsan yap bu ya$am bir kurgudur,
ve celi$kilerden olu$ur.."

dedigi icin hep hatirlanacak olan hasta gul..

william blake

"madem işim yaratmaktı ve madem insan bir şey yapmaya hep geç kalırdı, bu kez geç kalınmamalı diye düşünerek yola çiktim."
sözlerine sahip, şair olarak tanınsa da usta bir gravürcü ve heykeltıraş olan zat.
aynı zamanda şöyle bir sözün sahibidir;
"en güzel aşk söylenmemiş olandır."

atatürk ün cenazesi için kendini feda eden alman

nazi baskı ve zulmünden kaçıp türkiye'ye sığınan, cumhuriyet dönemi türk mimarisinin gelişimine katkıda bulunan bruno taut adlı alman mimardır.

10 kasım 1938'de atatürk vefat edince, bruno taut'tan, atatürk için tertiplenecek cenaze töreni için ulu önder'in tabutunun konulacağı bir katafalk ve törenler için bir tak hazırlaması istenir.

bruno taut "bu benim için bir onurdur" diyerek vazifeyi kabul eder.
katafalk ve görkemli bir tak hazırlar, bunu da 36 saat içinde gerçekleştirir.

ulu önder'in cenaze merasimi işte bu bruno taut tarafından hazırlanan takın önünde gerçekleşir.
görsel
görsel

yaptığı tak ve katafalk için kendisine 1000 lira verilir.
lakin bruno taut verilen parayı kabul etmez. sadece bir teşekkür yazısı verilmesini ister.
kendisine teşekkür beratı verilir. bu bruno taut tarafından "şimdiye dek aldığım en onurlu en büyük ödül" diye tanımlanır.

ne var ki, bruno taut yıllardan beridir astım hastasıdır.
atatürk'ün cenaze merasimi için 36 saat boyunca aralıksız çalışmış, yorgun düşmüştür, ayrıca üşüterek zatürreye yakalanmıştır.
durumu fenalaşan bruno taut ulu önder'in cenaze merasiminden yaklaşık 1 ay sonra hayata gözlerini yumar.

çok arzulamasına rağmen türk vatandaşı olamamıştır, pasaportuna "haymatlos" (vatansız) damgası vardır.
ama türkiye cumhuriyeti kendisine bir ayrıcalık tanır.
vefat eden bruno taut, istanbul'daki edirnekapı şehitliğine defnedilir.

kendisi edirnekapı şehitliğinde defnedilen ilk ve tek gayrimüslimdir.

ruhu şad olsun...

bruno taut;
görsel

#10Kasım
#Tarih

sevilmediğinizi hissetmek

kırıcıdır. ancak kendinizi başkasının verdiği değere göre "değerli" hissetmemeyi öğrendiğinizde daha az yara almaya başlıyorsunuz. insanların hakkınızda ne düşündüklerini, ne hissettiklerini, başarısızlıklarınızı umursamayın ve kendinizi sevin. tek çare bu.

izlandalılar türkleri neden sevmez

Enteresan bir hikayesi var bu meselenin.

--spoiler--
izlandalılar TÜRKLERi NEDEN SEVMEZ?

16 temmuz, Türkiye’de birkaç kişinin ancak bildiği/duyduğu, izlanda’nın Osmanlı denizcileri tarafından yağmalanma hadisesinin tarihi.
iskandinav dilinde “Tyrkjaránið” olarak bilinen hadisenin ingilizce karşılığı “Turkish raids”, Türkçesi ise “Türk istilası”.

Kendi kaynaklarımızda “izlanda seferi” olarak geçen hadisenin hikayesi şu şekilde;

16. Yüzyıldan itibaren Akdeniz'de Osmanlı/Türk sancağı çekerek yağma eylemlerine katılan çok sayıda korsan gemisi bulunmaktadır.

Bu gemiler Osmanlı sancağı çekmelerine rağmen köken olarak Türklerden değil, çoğunlukla Kuzey Afrikalı denizci kabile mensuplarından oluşmaktadır. Korsanlar, yağma yaparken kendileri için bir güvence teşkil ettiği için Osmanlı sancağı çekerken, Osmanlı idaresi de kendi nam ve hesabına yağma yapan korsanlardan yüklü miktarda vergi almaktadır. Zamanla bir Türk gölü haline gelen Akdeniz'de neredeyse yağmalanmayan gemi ve liman kenti bırakmayan Kuzey Afrika asıllı korsanlar, bir süre sonra Akdeniz'e sığmaz hale gelirler.

Bunun neticesinde de Cebelitarık Boğazı'ndan geçerek Atlantik Okyanusu'na açılmaya ve Avrupa'nın okyanus kıyısındaki el değmemiş sahil kentlerine göz dikmeye başlarlar.

Hollanda sahillerinin topa tutulduğu sırada Jan Janszoon isimli Hollandalı bir korsan, Osmanlı’nın denizlerdeki heybetinden etkilenerek Osmanlı gemilerinde Türklerle ve Kuzey Afrikalılarla birlikte çalışmak istediğini bildirir.

Osmanlı sancağı altında kılıç sallamak için Müslüman olmak gerektiği bilgisi kendisine verildikten sonra anında islam dinine geçen Jan Janszoon, "Küçük Murat Reis" ismini alarak Osmanlı donanmasında rütbeli bir denizci oluverir.

Yıllar önce Hollanda ile ispanya arasında yapılan 8 yıl savaşlarında ispanyollara kan kusturan bu kişi, Hollanda'nın savaşı kaybetmesinin ardından karada yaşamaya ve kendisini atıl hissetmeye başlar.

Boy göstereceği bir donanmayı sonunda bulan Hollanda asıllı korsan, kısa bir süre sonra kendisine tahsis edilen kadırga ve toplarla yağmalayacağı yeni liman ve gemiler aramaya koyulur.

1620'li yılllarda küçük Murat Reis komutasındaki dev kadırgalar iskandinav ülkeleri üzerine bir sefer başlatır. Danimarka ve isveç'in liman kentlerine yaklaşmaya çalışan Murat Reis, kökeni Vikinglere dayanan ve savaşçı denizcilerden oluşan iskandinavlardan sıkı bir mukavemet görür.

Kuzey denizlerinde geçen ve yıllar süren seferler sonucu tek bir liman kenti ya da gayrimüslim gemisi yağmalanamaz; bu yüzden hem reiste, hem de tayfada büyük huzursuzluk baş gösterir. Murat Reis'in içinde uzun süre bekleyen ve patlamak için fırsat kollayan bu enerji sonunda kendini savunma gücü bulunmayan, sadece balıkçılıkla geçinen, küçük bir ülke bulur. Bu ülke izlanda’dır.

Diğer iskandinav kabilelerden farklı olarak buzuldan oluşan bir adada yaşayan izlandalılar, binlerce yıllık tarihlerinde o döneme kadar kimseyle savaşmamışlardır. Çünkü adına Iceland(buz adası) denilen bu toprak parçası için kendilerine meydan okuyan kimse çıkmamıştır.

Bu yüzden savaşçı yetenekleri gelişmeyen ve sadece balıkçılıkla hayatlarını idame ettiren bir ada ülkesinin Murat Reis'in güçlü kadırgalarına karşı koyması hiçbir şekilde mümkün olmamıştır.

izlanda'nın güney ve batı kıyılarını istila eden Murat Reis komutasındaki korsanlarımız ilki 1627 yılında gerçekleşen izlanda yağmasında ada halkının tüm değerli eşyalarına ganimet olarak el koyarlar.
Ayrıca Murat Reis, genç ve sağlıklı olan erkekler ile kadınlardan oluşan yaklaşık 800 ila 1000 kişiyi yanına alarak adadan ayrılır. Sarışın, renkli gözlü, uzun boylu ve iri kemikli kızlar kadın pazarlarında, güçlü ve iri yapılı erkekler ise köle pazarlarında çok büyük talep görür.

Bu yüzden yakın bir tarihte izlanda'ya ikinci bir sefer düzenlenir. Bu kez daha fazla insan taşıyabilmek için daha büyük kadırgalarla yola çıkan Murat Reis, ikinci izlanda seferinde 2000 genç kadın ve erkeği yanına alarak önce Cezayir'e, ardından da istanbul'a doğru yola koyulur.

O dönem nüfusu 60.000 civarında olan izlanda, sadece iki seferde genç ve üretken nüfusunun büyük bölümünü, değer ifade eden milli servetinin de tamamını kaybeder. Bunun üzerine savaş eğitimi alan genç izlandalılar önce silah kullanmayı, ardından da kendilerini savunmayı öğrenirler
izlanda tarihi, "Tyrkjaránið" olarak bilinen ve büyük bir yıkımı ifade eden Türk seferleri sonucu adeta yeniden yazılır. 17. Yüzyılın ortalarında çıkarılan bir yasayla ülkede Türk öldürmek meşru bir eylem olarak kabul edilir ve Türk öldürenlere hiçbir ceza verilmeyeceği duyurulur.

Bu yasa yaklaşık 350 yıl boyunca yürürlükte kaldıktan sonra, 1990’larda başkent Reykjavik'te Türk milli hentbol takımı ile izlanda arasında oynanacak Dünya Kupası eleme maçı öncesi fark edilerek apar topar ilga edilir.

izlandalılar için milli bir yas vesilesi olan ve her yıl 16 temmuz günü anılmaya devam edilen bu hadise için yüzyıllar önce bir de halk şarkısı (Tyrkjaránid ) bestelenmiştir.

https://kocaeliekspres.ne...altislem=detay&id=351
--spoiler--

görsel

Edit: hellenicperson arkadaşımıza değerli katkılarından dolayı teşekkür ederim.

https://www.wikizeroo.org...3JUMzJUJDa19NdXJhdF9SZWlz

6 kasım 2019 real madrid galatasaray maçı

görsel
:)))
Tam bir Fazia...